Av. Nilay Karahan: “Kadına şiddet anayasada bulunan yaşama hakkının ihlalidir”
Kayseri Barosu Kadın Hakları Komisyonu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü dolayısıyla basın açıklaması yaptı. Kayseri Barosu Kadın Haklarından Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Nilay Karahan yaptığı basın açıklamasında, “Kadına şiddet anayasada bulunan yaşama hakkının ihlalidir” dedi.
Nisan ayından beri Türkiye’de 140’tan fazla kadın cinayeti işlendiğini söyleyen Nilay Karahan, “Tüm dünyada ve ülkemizde kadına yönelik şiddetin kınandığı ve baskılara yenilmeyen yürekli kadınların mücadelesini onurlandırmak adına ölümsüzleştirdiği bir gündür 25 Kasım. 25 Kasım 1960 uygarlıklar tarihinin kara günlerinden biridir. Patria, Minerva ve Maria Mirabel kardeşler ülkelerinde siyasal özgürlük için kararlılıkla mücadele ederek Latin Amerika’daki diktatör Trujillo’ya meydan okumuşlar, bu yüzden zulme uğramışlar ve 25 Kasım 1960 yılında arabalarından zorla indirilerek tecavüz ve işkence ile katledilmişlerdir. Mirabel kardeşler kadına şiddetle mücadelenin bir simgesi haline gelmiş ve kadına yönelik şiddetin önlenmesinde farkındalık oluşturma çabasının önünü açmıştır.1981’de Dominik’te toplanan Latin Amerika Kadın Kurultay’ında 25 Kasım tarihi “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu da 1999 yılında 25 Kasım’ı ‘Kadına yönelik Şiddetin Ortadan kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü’ olarak ilan etmiştir. Bugün ne yazık ki tüm dünyayı ekonomik ve sosyal olarak etkisi altına alan covid-19 pandemisinin ölümcül sonuçları artmaya devam ederken, tüm dünyada kadınlar bu süreçte şiddetin her türüne daha çok maruz kalmakta ve kadına yönelik psikolojik, cinsel, fiziksel, ekonomik, dijital şiddet artmaktadır. Türkiye’de kadınlara yönelik dijital şiddet de artmaya devam etmektedir. Koronavirüs döneminde internet ve sosyal medya kullanımındaki artış, vakaları ciddi anlamda yükseltmiştir. Yapılan son çalışmalara göre kadınların dijital şiddete maruz kalma oranı erkeklere göre 27 kat daha fazladır. Salgın sürecinde uygulanan karantina dönemlerinde “evde kalmak” bir sağlık tedbirinin zorunlu hali iken, kadınlar kendilerine şiddet uygulayan erkeklerle bir arada yaşamak zorunda kalmış, bu sebeplerle de şiddete maruz kalmışlardır. Karantina döneminde ve izolasyon koşullarında yaşayan kadınların ve çocukların bu süreçten nasıl etkilendiğine yönelik yapılan araştırmalar psikolojik, ekonomik, cinsel, fiziksel ve dijital şiddetin arttığını göstermektedir. Pandemi döneminde şiddete uğrayan kadınların ilgili birimlere başvurması konusunda daha fazla zorlukla karşılaştıkları ve hizmetlere erişemedikleri tespit edilmiştir. Karantinaların başladığı Mart ayında sadece 21 kadın cinayete kurban gitmiştir. Sadece 01.04.2020-30.09.2020 tarihi arasında 140’dan fazla kadın cinayeti işlenmiştir. Geçen yılın aynı dönemine göre şiddet oranı yüzde 38 oranında artmıştır. Artışın en büyük nedenlerinin başında ise erkeklerin eve kapanması ve işsiz kalması gösterilmektedir” dedi. Karahan, kadına şiddet olaylarının anayasada bulunan yaşama hakkının ihlali olduğunu söyleyerek, sözlerine şu şekilde devam etti;
“Kadına yönelik şiddet anayasal bir hakkın yani yaşama hakkının ihlalidir. Anayasa’nın 10.maddesinde de belirtildiği üzere ‘Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir’. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. İstanbul Sözleşmesi’ne ilk imza atan ülkelerden olmamıza ve açıkça yasaklanmasına rağmen aile hukuku alanında uzlaşma ve arabuluculuk uygulamasına gidilmesinin kabul edilmesi de kadına şiddetle mücadelede ciddi bir engel teşkil edecektir. Yaşadığımız bu süreçte İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması dahi kazanılmış birtakım hakların kaybedilmesine, yaşam hakkının ihlaline ve ayrımcılığa neden olacaktır. Kadınlar, dünya nüfusunun yarısını oluşturmasına rağmen, yaşamın bütün alanlarında çalışma alanında, istihdamda, karar alma mekanizmalarında, politikada, kadınlar nüfus oranında temsil edilmemektedir. Her zaman vurguladığımız gibi karar mercii organlardaki kadın sayısının artışı eminiz ki kadın cinayetlerini azaltmada ve kadınların haklarının korunmasında ciddi rol oynayacaktır. Her şeyden önce kadının bir birey olarak görülmesi ve tek bir kimliğin içinde tanımlanmaması gerektiğine inanıyoruz. Ne yazık ki her gün yüzlerce kadının psikolojik, fiziksel şiddet gördüğü hatta öldürüldüğü bir dünyada yaşıyoruz. Kadına yönelik şiddet ve kadının eğitime, çalışma hayatına ve siyasete katılımındaki engeller sadece kadın sorunu değil, toplumun sorunudur. Ortak amacımızın, nüfusun yarısını oluşturan kadınları diğer yarısı ile eşit konuma getirmek için çözümler geliştirmek ve kadınların gücünü hayatın her alanına eşit katmak olduğunu düşünüyoruz. Bu sayede kız çocuklarımızın eğitimine verilen önem ve bu uğurda yapılan yatırım, yarının güçlü toplumu ve üretken ekonomisini mümkün kılacaktır. Cinsiyet eşitliği sağlanmış bir çalışma yaşamının çok daha demokratik, rekabetçi ve başarılı olacağına inanıyoruz. Yasalarımızda yapılan değişikliklerin kadına yönelik şiddeti azaltmaya yetmediği hatta en önemli insan hakkı olan yaşama hakkını ihlal eden öldürme fiilinin arttığı aşikardır. Ülkemizde kadına karşı uygulanan şiddet tablosu halen vahim noktadadır. Kadına şiddet vakıalarında her geçen gün ciddi oranda artış yaşanmaktadır. Cinayeti işleyenlerin yüzde 69’u ilk ve ortaokul mezunu, yüzde 18,9’u lise ve dengi okuldan mezun, yüzde 5,5’inin ise üniversite mezunu olduğu yapılan çalışma sonucu ortaya çıkmıştır. Eğitim durumu yükseldikçe kadın cinayetine karışma oranı daha azalmaktadır. Bu sebeple de şiddetle mücadele de başı çeken unsurun eğitim olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Aile içinde başlayan eğitim ve devamında okul öncesi eğitim ile bireyler arası iletişimin şiddet olmadan sağlanabileceği aşılanmalıdır. Şiddet bir sonuçtur. Bu sonuca yol açan nedenler üzerinde durulmadığı sürece kadına yönelik şiddeti engellemek mümkün olmayacaktır. Kadına şiddetle mücadelede medyanın kadına ve çocuklara yönelik şiddeti teşvik edici yayınları üzerindeki denetiminin RTÜK tarafından etkin olarak sağlanması gerekmektedir. Basın, medya ve sosyal medyanın failden çok, mağdurları teşhir etmesinin önüne geçilmelidir. Türk Ceza Yasamızda mevcut olan ve hakim takdirine bırakılan indirim sebeplerinin kadına yönelik şiddet ve öldürme suçlarında toplumsal cinsiyet bakış açısından kurtulmuş olarak hukuka uygun bir şekilde uygulanmasına özen gösterilmelidir. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanununun da etkili bir biçimde uygulanması sağlanmalıdır. Kadına yönelik artan şiddete karşı politikalar oluşturularak hayata geçirilmelidir. Biz Kayseri Barosu Kadın Hakları Komisyonu olarak, bugün de şiddetin insan hakkı ihlali olduğunu, şiddetin her türüne karşı olduğumuzu, kadınların insan haklarının ihlallerine yol açan her türlü tutuma karşı, kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması mücadelemizi kararlı şekilde sürdüreceğimizi yineliyoruz.”